• Psikiyatri Uzmanı Dr. Şehnaz Başyiğit

  • Psikolojik ve Psikiyatrik Destek

Telefon:

(0543)7386806

E-posta:

bilgi@drsehnazbasyigit.com

Klinik Adresi:

Yenişehir Mh. Osmanlı Bulvarı Sümbül Sk. No:8 Ekinci Residance Kat:8 Daire 103, 34190 Pendik/İstanbul

Psikiyatrik Hastalıklar

2 / 4

DEPRESYON

Depresyon, derin mutsuzluk hissi temelinde her tür günlük faaliyetlere karşı yoğun isteksizliğin olduğu;  değersizlik, karamsarlık duygu ve düşünceleri  ile konuşma, fiziksel hareket, zihinsel dikkatini sürdürme, yeme içme davranışı ve uyku düzeni gibi fizyolojik işlevlerde bozulma ile seyreden ciddi bir  sendromdur. Depresyonun duygusal, bilişsel ve fiziksel alanlarda belirtileri mevcuttur. Hayattan zevk almama, isteksizlik, konsantrasyon bozukluğu, unutkanlık, değersizlik-suçluluk  yoğun karamsarlık veya intihar  düşüncelerinin   yanında uyku değişiklikleri, iştah değişiklikleri, enerji azlığı, hareketlerde yavaşlama, cinsel istekte azalma gibi belirtilerle  kendini gösterir. Major depresif bozukluk tanısının  konulabilmesi için  depresif duygudurum ve/veya ilgi istek kaybının  yanısıra diğer belirtilerden en az dördünün eşlik etmesi ve bu belirtilerin kişide en az iki hafta süreyle gün boyu devam etmesi ayrıca kişinin sosyal ve/veya mesleki işlevselliğinin de olumsuz anlamda etkilenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla günlük yaşamda karşılaştığımız olumsuz yaşantıların getirdiği kısa süreli (birkaç günlük ya da saatlik) sıkıntı ve mutsuzluk hissi ve isteksizlik hali depresyon değildir. Depresyondaki birey dünyayı bir sis perdesinin ardından izliyormuş gibidir. Kişiye herşey ve heryer puslu, karanlık ve kötü görünmektedir. Bu dünyayı algılayış hali bir süre sonra anlamsızlık ve daha da derin bir karamsarlık hissine neden olur.  Hiçbir şeyin  artık eskisi gibi olmayacağı düşüncesi umutsuzluğu ve günlük faliyetlere karşı isteksizliği derinleştirir. Bu döngü içinde depresif birey eve kapanır, odasından gerekli olmadıkça çıkmaz, genelde gün boyu yatağında olmayı tercih eder, az ve yorgun bir ifadeyle konuşur, iştahı azalmıştır, çeşitli mazeretler üreterek işine gitmez, öz bakımını aksatır ve  ev içi basit sorumluluklarını dahi  yapamaz hale gelir.

Depresyon nedenleri arasında  travmatik yaşantılar, yoğun yaşam stresi, kayıplar, ihmal, istismar gibi kişinin yaşamını zorlayıcı süreçlerin yanısıra bazı biyolojik durumlar da (demir eksikliği anemisi, B12 eksikliği, hipotroidi gibi…) yer almaktadır. Bazı bireyler genetik olarak depresyona daha eğilimlidir. Bu bireylerin ailelerinde ve geçmiş kuşaklarında depresyon ve benzeri duygudurum rahatsızlıkları sıklıkla gözlenmektedir.

Depresyonun yaşam boyu görülme sıklığı ortalama %17 civarındadır. Kadınlarda depresyon  erkeklere nazaran iki kat fazla görülmektedir. Genetik olarak yatkın bireylerde bu oranlar daha da yükselmektedir.

Depresyon tedavisinde depresyonun şiddetine göre tedavi planlanmaktadır. Hafif ve orta depresyon halinde psikoterapiyle ilerlerken ağır depresyon halinde farmakoterapi ve psikoterapinin beraber kullanımı daha etkili olmaktadır. Yoğun intihar düşüncelerinin  olduğu ağır depresyon halinde ise daha çok yatırılarak tedavinin yapılması gerekmektedir. Tedavi süreci kişiden kişiye farklılıklar gösterse de en az altı ay sürdürülmelidir.

OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUK

Obsesif Kompulsif Bozukluk   istenmeden zihne gelen ve çoğu kez kişi tarafından kabul edilmeyen düşünceler  ve bu istenmeyen düşüncelerin  yarattığı kaygıyı azaltmak için tekrarlanan ve ritüeller şeklinde görülen davranışlarla tanımlanan bir bozukluktur. Obsesyonlar (takıntılar) istem dışı gelen, bireyi tedirgin,huzursuz ve ilerleyen süreçlerde mutsuz eden, kişinin benliğine ve bazen inancına aykırı, kişi ne kadar çok çabalasa da zihninden  atamadığı, ısrarcı biçimde kişinin zihninde  tekrarlanan düşünce, imge ya da dürtülerdir. Bunlar çoğunlukla kişinin mantığına, dünya görüşüne, ahlak anlayışına, inançlarına ters düşmektedir ve kişide bu düşünceleri yüzünden zamanla suçluluk düşünceleri gelişmektedir.  Takıntılara karşı geliştirilen davranışlar ise çoğu zaman istenmeyen düşünceleri uzaklaştırmak için yapılır ancak bu davranışlar ya da zihinsel uğraşlar zamanla denetlenemez boyuta ulaşıp kişiyi ve çevresini  olumsuz bir şekilde etkilemeye başlar. Takıntılar kirlenme, simetri, emin olamama düşünceleriyle birine ya da kendine zarar verme, cinsel ya da dini içerikli  rahatsız edici düşünceler olabilir. İstenmeyen düşünceler ve eylemler kişinin hem sosyal hayatını hem de zaman içinde iş hayatını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Kişinin aile bireyleriyle arasında sorunlar başlamakta, işe düzenli devam edebilme kapasitesi  ve iş performansında bozulmalar gelişmektedir.

Takıntı hastalığının bireyler arasında yaşam boyu görülme oranı %3 civarındadır. Erkek hastalarda daha erken yaşlarda başlayan hastalık her iki cinste de benzer oranlarda gözlenmektedir. Genetik yatkınlık OKB de oldukça yüksek oranlardadır. OKB li bireylerin yakın akrabalarında da benzer düşünce örüntüleri sıklıkla bulunmaktadır.

Kronik ve dalgalı bir seyir gösteren hastalık tedavi edilmediğinde kişinin yaşam kalitesinin tamamıyla bozulmasına yol açabilir. Kişi hastalık kapacağı düşüncesiyle evden çıkamaz ve eve misafir kabul edemez  ya da sevdiklerine zarar vereceği düşüncesiyle evde tüm delici ve kesici aletleri saklayıp mutfakta yemek yapamaz hale gelebilir. Dini içerikli takıntıları nedeniyle hem suçluluk hem de günahkarlık düşüncelerine kapılmaya başlar. Bu istemsiz takıntılı düşünceler zaman zaman azalıp zaman zaman da kişi için dayanılmaz boyutlara ulaşabilir. Kişi bu dalgalanmalar halinde yaşamını  istenmeyen düşünce ve davranışlar çerçevesinde şekillendirmeye başlar. Ancak bu şekillendirme hayatın normal akışıyla uyuşmadığından ciddi kayıpları da beraberinde getirir. Aile hayatında parçalanmalar, işini kaybetme, arkadaşlık ilişkilerinin bozulması gibi..Bu kayıplar süreç içinde kişide depresyon gelişimine neden olmakta hem takıntılı hem de mutsuz ve karamsar bir birey karşımıza çıkmaktadır. Tedavi almayan bireylerin yaşayacağı kayıplar ve depresyon hali daha da artmakta ve derinleşmektedir.

Tedavi en az iki yıl süreyle farmakoterapi ve psikoterapinin bir arada uygulanmasını gerektirmektedir.

 

YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU

Yaygın anksiyete bozukluğu kişinin günlük yaşam olaylarına ilişkin gün boyu yoğun kaygı ve sıkıntı hissi  yaşaması olarak tanımlanabilir. Kişi bu sıkıntılı hisle beraber gergin ve sinirli bir yapıya bürünmekte, gün içinde işinde ve günlük yaşam aktivitelerinde konsantrasyon sorunları ve sıklıkla unutkanlık yaşamaktadır.  Yoğun sıkıntı hissinin yanında bir takım fizyolojik  belirtilerde bu tabloya eşlik etmektedir. Bunlar arasında uyku bozuklukları, yorgunluk hissi, kaslarda gerginlik ve vücut ağrıları yer almaktadır. Kişi gün içinde hemen hemen her yaşam olayı ile ilgili nasıl seyredeceği? nasıl üstesinden geleceği? sonuçlarının ne olacağı? ile ilgili devamlı huzursuzluk ve endişe içindedir. Bu belirtiler kronik ve dalgalı bir seyir izlemektedir. Zaman zaman kendiliğinden azalmakta zaman zaman da özellikle zorlayıcı yaşam döngülerinde oldukça şiddetlenmektedir. Sıkıntı hissi kişinin kasılmalarını ve vücut ağrılarını arttırmakta, artan ağrı ve gerginlik durumu ise sıkıntıyı daha da tetiklemektedir. Bu durum bir süre sonra tam bir kısır döndüye neden olmaktadır.  Yaygın anksiyete bozukluğu olan bireylerdeki belirgin fiziksel semptomlar kişilerin ruh sağlığı çalışanlarından daha çok diğer branşlardaki hekimlere başvurmalarına neden olmakta, hekim hekim dolaşan pek çok test yaptırıp semptomlarına ilişkin bir tanı alamayan  bireyler oldukça yıpranmakta ve karamsarlığa kapılmaktadırlar. Yaygın anksiyete bozukluğu tanısının konulabilmesi için semptomların en az altı ay süreyle gün boyu devam etmesi, kişinin günlük sosyal ve mesleki işlevselliğini belirgin olarak etkilemesi gerekmektedir.

Yaşam boyu görülme oranı ortalama %6 civarındadır. Kadınlarda daha sık gözlenen rahatsızlık sıklıkla orta ve ileri yaşlarda başlamaktadır. Ailesinde ruhsal bozukluğu olan bireylerde daha sık yaygın anksiyete bozukluğu gelişmektedir.

Tedavide öncelikle bilişsel davranışçı terapi ve farmakoterapi beraber uygulanmaktadır.

 

PANİK BOZUKLUK

Panik bozukluk panik ataklar ve atakların tekrarlanacağı endişesinin olduğu yoğun beklenti anksiyetesi ile seyreden bir ruhsal rahatsızlıktır. Panik atakların  çoğu kez nerede ve ne zaman ortaya çıkacağı kestirilemez ve tekrarlayıcı bir özelliğe sahiptirler.  Aniden ve beklenmedik biçimde ortaya çıkan, on-onbeş dakika ile bir saat arası sürebilen sıklıkla bedensel belirtilerin eşlik ettiği yoğun bir anksiyete nöbetidir. Panik atak esnasında kişide yoğun huzursuzluk ve kaygı hali başta olmak üzere; çarpıntı, gögüs ağrısı, terleme, nefes almada güçlük, titreme, bulantı ve karın ağrısı, uyuşma, yanma ya da üşüme hissi gibi fiziksel belirtilerin yanısıra; kontrolünü kaybedeceği ve çıldıracağından korkma, baygınlık hissi ya da ölüm korkusu  gibi kişiyi dehşete düşüren belirtiler ortaya çıkabilir.

Panik ataklar sırasında görülen bedensel belirtiler bireyin kendisinde ciddi bir bedensel hastalık  olduğunu düşünmesine neden olur. Buna bağlı olarak öncelikle acil servislere ve diğer hekimlere başvurmaktadırlar. Yoğun ölüm korkusu ve ciddi bir hastalığının olduğu endişesi ile hekim hekim dolaşan arada tekrarlayan ataklar nedeniyle acil servislere giden bireyler bu süreçte çaresizlik ve umutsuzluk düşüncelerine kapılmaktadırlar.

Birey öncelikle atak geçirdiği yerler olmak üzere, açık alanlar, kalabalık alanlar(çarşı, pazar), kapalı alanlar (asansör, otobüs) ya da herhangi bir sağlık kurumuna uzak yerleşim bölgelerinden kaçınmaya başlar. Bu kaçınma davranışı eğer işine otobüsle gidip geliyorsa mesleki anlamda sorunlar yaşamasına, asansörlü bir evde üst katlarda oturuyorsa yaşam kalitesinde bozulmalara, memleket ziyareti gibi köy ve  kasabaya gitme davranışlarını ertelemeye, kişinin bahaneler üretmesine neden olmaktadır.

Sıklıkla genç erişkinlik döneminde yani otuz yaşından önce başlayan panik bozukluk kadınlarda erkeklerden iki kat daha yaygındır.

Bireylerde ilk panik atak öncesinde travmatik bir yaşantı veya herhangi bir madde  ya da ilaç kullanımı olabilir. Bazı fiziksel hastalıklar da panik atak benzeri tablolara yol açabilir (hipertroidi, aritmi gibi) Bu tarz durumlarda bireyler ilgili uzman hekimlere yönlendirilmektedir.

Tedavide öncelikle bilişsel davranışçı terapi ve gerekli durumlarda farmakoterapi uygulanmaktadır.

 

TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU

Travma sonrası stres bozukluğu kişinin yoğun korku yaşadığı, dehşete düştüğü ve kendini çok çaresiz hissettiği travmatik olaylar (savaş, doğal afetler, beklenmedik ölüm, ağır yaralanma, cinsel saldırı vb.) karşısında gelişen ruhsal bir rahatsızlıktır. Kişi bu travmatik yaşantıyı bizzat kendisi yaşayabilir ya da olaya şahitlik etmiş olabilir. Kişide uykusuzluk, kabuslar, kolay irkilme, çabuk sinirlenme, olayla ilgili anıların gün içinde rahatsız edici biçimde sık sık hatırlanması, sürekli olarak olayın tekrarlanacağı korkusunun olması,  yabancılaşma hissi, olayı hatırlatan durumlardan huzursuz olma ve bu durumlardan kaçınma davranışları görülebilir.

Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan birey o kadar gergin ve huzursuzdur ki ani hareketler karşısında yaşadığı yoğun korku nedeniyle devamlı irkilir, ortamdan kaçmaya ve ortamda herhangi bir tehlike olmamasına rağmen kendini korumaya çalışabilir. Dolayısıyla bu bireyler devamlı diken üstünde ve olası tehlikeli yaşantılara karşı tetikte beklemektedirler. Ancak bu ruh hali hem hayatın günlük işleyişini bozmakta hem de kişide bir süre sonra depresyon gelişimine neden olmaktadır.

Travma sonrası her bireyde bu bozukluk gelişmez. Geçmişte ruhsal rahatsızlıklar yaşamış ya da ailesinde ruhsal rahatsızlık öyküsü olan bireylerde ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir. Kadınlarda ise erkeklere nazaran en az iki kat daha fazla gelişir.

Tedavisinde psikoterapiler özellikle emdr eşliğinde uygulandığında oldukça iyi sonuçlar elde edilmektedir.

 

SOSYAL FOBİ

Kişinin yabancı ortamlarda ve/veya performans sergilemesi gereken durumlarda yaşadığı yoğun kaygı ile beraber bfirtakım fizyolojik belirtilerin de ( çarpıntı, terleme, kızarma, ses ya da vücut titremesi, sıcak basması) eşlik ettiği bir klinik tablodur. Kişi yaşadığı yoğun kaygıyla beraber küçük düşeceği ya da rezil olacağı düşüncesi ile rahatsız edici bulduğu ortamlardan kaçınmaya başlar. Toplum içinde birşeyler yemek içmek, yabancı insanlarla konuşmak, kalabalık bir topluluk karşısında konuşma yapmak, amirinden ya da yetkili birinden birşey talep etmek, düşüncelerini topluluk içinde dile getirmek gibi davranışlardan uzak durma eğilimindedirler. Bu geri çekilme hali kişinin hem sosyal yaşamında hem de mesleki  yaşamında kayıplara neden olmaktadır.

Kişinin çocukluk ya da ergenlik döneminde yaşadığı birtakım olumsuz  deneyimler kişide uyum bozucu ve kalıplaşmış düşüncelere neden olur. Bu kalıplaşmış yanlış düşünceler  zamanla  gündelik yaşantıda sorunlara neden olur.  Örneğin başarısızlık düşüncesine sahip olan bir birey özellikle mesleki performans gerektiren durumlarda kendini rahatça ifade etmekten ve birtakım mesleki girişimlerden  geri duracağından istediği ve hakettiği mesleki seviyeye ulaşmakta güçlük yaşamaya başlar. Kusurlu olduğu şeklinde yanlış bir düşünceye sahip bir birey ise kendince hatalı bir davranışı sonucu reddedileceği, istenmeyeceği veya sevilmeyeceği düşünceleriyle hata yapma olasılığının olduğu pek çok ortamdan (arkadaş toplantıları vb) bahaneler üreterek uzak durmaya çalışır.

Tedavide psikoterapi uygulanmakta olup amaç bireye  kendine dair olumsuz düşünce kalıpları hakkında farkındalık kazandırmak ve  bu düşüncelerle başetme stratejilerini öğretmektir.

ÖZGÜL FOBİ

Özgül fobi, bir nesne ya da duruma karşı tekrarlayan, inatçı şiddetli korku halidir. Fobi kaynağı nesne ya da durum, neredeyse her zaman korku ve kaygı hissi doğurur. Korku nedeniyle kişide nesne ya da duruma karşı kaçınma davranışı  ya da yoğun bir korku ve kaygı yaşayarak bu duruma katlanma davranışı gelişir. Bazı fobilerde korkuya tiksinme hissi de eşlik edebilir. Özgül fobilerin  pek çok çeşidi vardır. Hayvan tipi (örümcek, böcek, köpek), doğal çevre tipi (yükseklik, fırtına, su), kan-enjeksiyon-yaralanma tipi (iğne, tıbbi girişimler), durumsal tip (uçak, asansör) ve diğer tip (yüksek sesler, özel giysili kişiler gibi).

Fobi tedavisinde öncelikle  kişinin bilişleri üzerine çalışmak ve bazı fobi alt tiplerinde yavaş maruziyet ile duyarsızlaştırma oldukça etkilidir.

BİPOLAR BOZUKLUK

Manik depresif duygudurum bozukluğu olarak bilinen ruhsal bozukluk temelde manik ya da hipomanik ataklarla karekterize bir rahatsızlıktır. Mani ya da hipomani hali temelde özbenliğin arttığı bir tablodur. Özbenlik artışı dışında; düşüncelerinde hızlanma sonucu bir konudan diğerine hızlıca geçme, aşırı hareketlilik, çok konuşma, çok alışveriş yapma ve aşırı para harcama, az uyuma ya da hiç uyumama, aşırı sinirlilik ya da aşırı keyif hali, dikkatini toplayamama, cinsel istekte artış gibi belirtilerle seyreder. Bazen bu belirtilere gerçeğin değerlendirilmesinin bozulduğunu gösteren  psikotik semptomlar da eşlik edebilir.

Uykusuzluk, herhangi bir yaşam stresi, ilaç ya da madde kullanımı ile atak tetiklenebilir.  Belirtiler gün geçtikçe daha da artarak kişiyi ve çevresini sıkıntıya düşürmeye başlar. Atak süresi en az bir hafta sürer. Çoğunlukla atak yaşayan kişi halinden hoşnuttur ve durumu hakkında farkındalığı yoktur. Atak yaşayan birey klinisyene yakınlarının ısrarcı tavırları üzerine istememeye istemeye başvurur.

Mani ve hipomani şiddet oranları ile birbirinden ayrılır. Mani hali oldukça şiddetli ve genelde yatırılarak tedavi gerektirirken hipomanide olan hastalar ayaktan tedavi edilebilirler. Manik ya da hipomanik ataklar dışında kişide depresif ataklar da görülebilir.

Genetik geçiş oranları oldukça yüksek bir ruhsal bozukluktur. Atak yaşayan bireylerin akrabalarında da  manik, hipomanik ya da depresif atak öyküsü sıklıkla bulunmaktadır.

Tedavisinde öncelikle akut atak tablosunun yatıştırılması ve kişinin normal özbenliğine dönmesinin sağlanması gerekmektedir. Akut tablo yatıştıktan sonra atağın tekrar yaşanmaması için kişi atak koruyucu tedaviye alınır. Bu süreç uzun soluklu bir süreçtir. Süreç içinde hastalığın reddi ya da düzensiz tedavi sonucu yeni ataklarla  kişi hayatında ciddi kayıplar(işini kaybetme, maddi kayıplar, ilişki kayıpları) yaşayabilir. Hastalığın seyri, atak öncesi belirtiler, atakları tetikleyen nedenler, tedavinin süresi ve içeriği hakkında hasta ve yakınlarının bilgilendirilmesi tedaviye uyum açısından önemlidir.

ŞİZOFRENİ

Gerçeği değerlendirmenin bozulduğu, sanrı veya halüsinasyonların tabloya eşlik ettiği kronik seyirli bir ruhsal bozukluktur. Genelde ergenlik ya da genç erişkinlik döneminde başlar. Ergenlik döneminde içine kapanma, sosyal ortamlardan, arkadaşlarından ve aileden uzaklaşma, öz bakımında azalma ile başlangıç gösterir. Bu dönemde birey  bedeninin  ve/veya dünyanın farklı görünmeye başladığını fark eder ve huzursuzluk  hisseder. Eskisi kadar sohbetlere katılmaz, yüzünde öncesinde korkulu ve huzursuz bir süre sonra ise donuk bir ifade belirmeye başlar. Bu belirtilerden bir süre sonra ise kişide gerçeklikle uyuşmayan düşünceler ve davranışlar gözlenir.

Kişi beynine çip yerleştirildiği ve uzaylılar tarafından izlendiği, ailesinin kendisini zehirlemeye ve öldürmeye çalıştığı ya da ailesinin kendi ailesi olmadığı ve bedenlerinin kopyalandığı şeklinde gerçeklikle bağdaşmayan sanrılar geliştirmeye ve bazen de bu sanrıları destekleyecek sesler duymaya ve görüntüler görmeye başlar.Bu sanrılar kişi için gerçektir aksini anlatmaya çalışmanın hiçbir anlamı olmaz aksine düşüncelerinin gerçek olduğunu ispat için delil arayışlarına girer. Sanrılar ve halüsinasyonlar kişinin yeni gerçeği olmuştur ve günlük yaşamın gerçeklerinden ve düzeninden kişiyi koparır. Bazı vakalarda ise  kişi tamamen içe kapanır, hiç konuşmaz, öz bakımını yapmaz, yemek yemez ya da belli bir pozisyonda saatlerce ya da günlerce kalabilir. Bu semptomlar devam ettikçe  kişi okuluna devam edemez, arkadaşlık ilişkilerini sürdüremez ya da  işini yapamaz hale gelir. Tanı koyabilmek için sanrı ve/veya halüsinasyon içeren yaşantıların  en az altı ay süreyle kişide gözlenmesi gerekmektedir.

Şizofreni kronik bir ruhsal bozukluktur ve tedavisi ömür boyu sürdürülür. Ne kadar erken seviyede tedaviye başlanırsa hastalığın beyin üzerinde yaratacığı yıkım azaltılmış ve kişinin güncel hayata uyumu sağlanmış olur.

PARANOİD BOZUKLUK

Yoğun şüpheciliğin sanrısal boyuta ulaştığı ancak bu şüpheciliğin tek bir alanla sınırlı kaldığı bir ruhsal bozukluktur. Kişi aksi kendisine ispat edilmesine rağmen eşinin kendisini aldattığına, iş arkadaşlarının arkasından iş çevirdiğine, ajanlar tarafından takip edildiğine ya da ünlü birinin kendisine aşık olduğuna inanmaya başlayabilir. Bazen bu sanrılara paralel halüsinatif yaşantılar da gelişebilir. Paranoid bozukluk özellikle hasta yakınları açısından oldukça yıpratıcı bir ruhsal rahatsızlıktır. Eşi tarafından sadakatsiz olmakla suçlanan partner hem korkmakta hem de çaresizlik içinde sadık olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır. Yakınları bu grup hastaları psikiyatrik muayeneye ya da tedaviye ikna etmekte çok zorlanırlar. Kronik seyirli bir ruhsal bozukluktur.  Uygun farmakoterapi ile bu sanrılar geriler ve kişinin farkındalığı oluşmaya başlar.

KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ VE BOZUKLUKLARI

Kişilik gelişimi, doğuştan gelen mizaç özelliklerimiz merkezinde yetiştiğimiz ortam ve ilişkiler sayesinde şekillenir. Mizaç kişiliğin değiştirilemez kısmıdır. Bilgisayarın ana donanımı ya da elimize verilmiş bir kil hamuru olarak düşünebiliriz. Elinizdeki mizaç hamuru bazen sert, bazen aşırı yumuşak bazense dağılmaya meyilli olabilir. Ebeveynler kendilerine verilen hamurdan bir heykeltraş edasıyla insan yavrusunun kişilik yapısını yontarlar. Mizaç hamurunun yapısı ve heykeltraşın yani ebeveynin katkısı kişilik eserinin oluşumunu etkileyecektir.

Dünyaya gelen insan yavrusunun bazı temel ihtiyaçları vardır. Bu temel ihtiyaçların karşılanması kişilik gelişiminin sağlıklı erişkin modelini almasında rol oynar. Öncelikle güvenli ve tutarlı bağlanma sağlanmalıdır. Ebeveyn ya da bakımveren  her koşulda hem fiziksel hem de duygusal  anlamda çocuğun yanında olduğunu, onu desteklediğini ve koşulsuz sevdiğini hissettirdiğinde güvenli bağlanma sağlanmış olur. Ebeveyn sürekliliğinin fiziksel anlamda olmadığı, ebeveynin tutarsız olduğu, aşırı eleştirel yaklaştığı ya da duygusal anlamda uzak olduğu durumlarda güvenli bağlanma gerçekleşmez.

Benlik saygısının gelişimi  sağlıklı birey gelişimi için önem teşkil etmektedir. Benlik saygısından kasıt, kişinin özgüvenli olduğu ve toplum içinde kabul gördüğü hissinin gelişmiş olmasıdır. Bu özgüvenin sağlıklı sınırlar içinde gelişimi için ebeveynlerin çocuğun bağımsız davranışlarını desteklemesi, iyi davranışlarını abartıya kaçmadan takdir etmesi ya da ödüllendirmesi ve aşırı korumacı davranışlardan kaçınması gerekmektedir.

Duyguları ve ihtiyaçlarını ifade edebilmek yine önemli ihtiyaçlardan biridir. İnsan yavrusu ebeveynlerine hem fiziksel hem de duygusal ihtiyaçlarını ifade edebilmeli ve bu ifade sonucu yargılanmamalı, cezalandırılmamalı, duygusal ya da fiziksel yoksunluğa maruz bırakılmamalıdır. İfade ihtiyacı  karşılanmadığında, başkalarının isteklerini kendi ihtiyaçlarını hiçe sayarak yapmaya çalışan, kimseye hayır diyemeyen ya da her yaptığında başkasının onayını talep eden bir birey karşımıza çıkacaktır.

Kendiliğindenlik  tanımı ile ifade ettiğimiz çocuğun kendi kendine oyun oynayabilmesi, içinden geldiği şekilde duygularını bastırmadan ifade edebilmesi de psikolojik gelişim açısından önemlidir. Oyun sayesinde değişik düşünce ve davranışlar şekillenir ve çocuğun yaratıcılığı ve özgünlüğü gelişir. Bu nedenle çocuğun bol bol oyun oynamasına izin vermek hatta teşvik etmek ve izin verirse oyununa katılmak, oyun esnasında bilinen normlar dışında davrandığında müdahele etmemeye çalışmak (boyama yaparken güneşi kırmızıya boyamasına izin vermek gibi) önemlidir.

Çocuğun koşulsuz sevilmesi ve kollanması, bireyselleşmesine izin verilmesi, kendini rahatça ifade edip yaratıcılığının gelişmesinin desteklenmesi sürecinde akılcı ve gerçekçi sınırlar koymak da gerekmektedir. Bu aşamada sınır koymak başkalarının haklarını çiğnememeye, işbirliği içinde davranmaya ve üstüne düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye olanak sağlamaktadır. Sınırların çizilmediği durumlarda her daim haklı olduğuna inanan, görev ve sorumluluklarını  yerine getirmede zorluk yaşayan bireyler karşımıza çıkacaktır.

Gelişim basamaklarındaki yetersizlik ya da aşırılık durumlarında kişilik yapısında işlev bozan uyumsuz kalıplar gelişir. Bu uyumsuz kalıplar kişide ilişkiyi sürdürme, tutarlı davranma, özsaygısını kaybetmeden kendini ifade edebilme, başkalarının haklarını ihlal etmeden kendi haklarını savunabilme kapasitesinde sorunlara neden olur

 

 

ERİŞKİN DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

İNTERNET BAĞIMLILIĞI

T

 

Devam Et
💬 Randevu ve Yardım
Merhaba,
Dr. Şehnaz Başyiğit\'in asistanıyım size nasıl yardımcı olabilirim?